HİLÂL-İ AHMER MECMÛʻALARI / CİLT 5

Türkiye Hilâl-i Ahmer Mecmû‘ası Sayı 43 2025 MUKTEBESÂT Hâkimiyet-i Milliye refîkimizden: "-Abdurrahman Şeref Bey Bazı adamlar vardır, ölümleri yaprakların düşmesine benzer. Mevsimleri geçmiş ve günleri gelmişdir. Bunların yüzlercesi, binlercesi ses çıkarmadan etrâfda ufacık bir sarsıntı uyandırmadan toprağa, nisyâna karışırlar. Ne vakit doğdular, nerede yaşadılar ve ne yapdılar, kimse bilmez! Dağlar- daki kuşlar gibi, deliklerdeki böcekler gibi müddetlerini bitirir ve gâib olurlar. Bazı adamlar vardır, öldükleri vakit koskoca bir binâ yıkılmış gibi velvele ile devrilirler, ufukda asır-dîde bir kubbe eksilir, manzarada bir boşluk, bir eksiklik hissedersiniz. Abdurrahman Şeref Bey bu nâdir adamlardan biri idi. Kendisini yetişdiren muhît, yalnız hâtıra- larda izi kalmış ve çokdan târîhe geç[mi]ş olduğu için o, bizim aramızda yeni evlerin uslûbsuzluğu, ortasında eski bir miʻmârî yâdigârı gibi kalmışdı. Abdurrahman Şeref Bey yeni nesillerin fırtınası, he- yecânı içinde bir mersâ, bir sükûn köşesi idi. Usûl ve âdâba çok dikkat etmeyenlerin saygısız kalaba- lığı içine düşdüğü vakit bizim havâmıza ne kadar tahammül edeceğini düşünmemek mümkün değildi. Ankara'dan ne kadar uzak kalmak mümkünse o kadar uzak kaldı. Bir-iki defa meclis kürsüsünde tıbkı mekteb senelerinde olduğu gibi dikkatle ve zevkle dinlediğimiz ufak hikâyeler anlatdı. Zâten o kürsüye çıkdığı vakit mebʻûsların büyük bir kısmı, hocalarını karşılarında görerek talebelik günlerini hâtırladılar ve her biri Tanzîmât devrinin zarîf bir yâdigârı, bir vesîkasi olan hocalarını müsâmaha ve muhabbetle dinlediler. Bir gün Millet Meclisi'nde bazı zevâta cumhûriyet hakkında yemîn etdiriliyor- du. Abdurrahman Şeref benim yanımdan: - Bu kadar cumhûriyetçi yetiştirdik mi, tahmîn etmiyordum? diye mırıldanarak geçdi. Galata Sultânîsi'nde ilk defa karşısına çıkdığım vakit henüz on bir yaşında idim. Bana - Fransızca biliyor musun? diye sormuşdu. - Hayır, dedim. - Bonjur, bonsuvar, bunu da bilmiyor musun? dedi. - Onu herkes bilir dedim. - O hâlde üst tarafını öğren dedi. [282] İlk muʻârefemiz bende böyle ufak bir şaka hâtırası bırakdı. O, ne müşkil bir zamânda ne ağır bir vazîfe derʻuhde etmişdi! Fransızcanın, Fransızca hocalarının, Fransız kitâblarının o kadar geniş yer tutduğu bir mektebde sarâyın dâimâ uyanık duran evhâmını tahrîk etmemek vazîfesi gibi ezici bir vazîfesi vardı. Onun idâre etdiği sultânî ile, bu sultânînin telkîninden, teşvîkinden mülhem olan nâzırlarımızın açdığı yeni sultânîler arasında zihnim ne vakit bir mukâyese mecbûriyeti duy- muşsa güzel bir fikrin sûistiʻmâline böyle bir fecâʻatla şâhid olduğum için dilhûn olmuşdur. Târîh hocamız Abdurrahman Şeref Bey'di. Arabca hocamız Zihni Efendi gibi kendi bahsinde allâme sayı- lan bir adam, kırâat hocamız ömrünün son sâʻatine kadar çalışarak memlekete Hammer'in Osmanlı Târîhi gibi muhalled bir yâdigâr bırakan iktitâf sâhibi Ata Bey, akâid hocamız, hürriyet-perverâne münâkaşalarıyla bize yeni bir ufuk açan Şeyhülislâm Musa Kâzım Efendi, edebiyât hocamız o zamân şöhretinin yeni şaʻşaʻası içinde Hâristan ve Gülistân sâhibi Ahmed Hikmet Bey, tedrîsâtın fennî kıs- mı ise Fransa'dan gelmiş ve hüsn-i sûretle intihâb edilmiş mücerreb ve maʻrûf bir heyʼetin elinde idi. Anlaşılan ilk sultânîmizi açanlar, çok fakat zaʻîf yerine az fakat kavîyi tercîh etmişlerdi ve fikri düşürmeksizin birçok sultânî açılamayacığını anlamışlardı.

RkJQdWJsaXNoZXIy NTY0MzU=