HİLÂL-İ AHMER MECMÛʻALARI / CİLT 1
Osmanlı Hilâl-i Ahmer Mecmû ‘ ası Sayı 3 78 Muhterem kârilerimizin şu rakamları okuyunca hayretler içinde kalacakları şübheden vâres- tedir. Dünyâda her şeyin kendine göre müteʻayyin bir nisbet dâiresinde olduğunu takdîr etdiği için Hilâl-i Ahmer'in bu vâdîde müfrit mutâlebât ve müddeʻayâta kalkışmak hâtırından bile geçmez. Fa- kat biz de bize lâyık bir nisbetin dâimâ mahfûz olduğunu görmek istediğimizden memleketimiz gibi koskoca bir ülkede hiç olmazsa elli bin mukayyed Hilâl-i Ahmer aʻzâsı bulunmamalı mıdır? Bu kadar aded aʻzâya mâlik olmak, millî bir müessese olan Hilâl-i Ahmer'imizin mevcûdiyet-i mâliye ve müs- takbelesini teʼmîn edecek çok mühim bir esâsdır. İşte Hilâl-i Ahmer milletin himmetine ve hamiye- tine istinâden vazîfesine büyük bir cesâretle devâm ederken hep bu mütevâzıʻ ve basît emele rabt-ı ümîd etmekdedir. _______________ SAMANLIDAĞ ŞİBH-İ CEZÎRESİ MUHÂCİRLERİ (İkinci numaradan mâbaʻd) 17 Haziran Cuma günü- Dünkü karârımıza rağmen iskele tenhâ idi. Bundan ahâlîye toplanma- sı için verilen beş-altı sâʻatlik bir müddetin gayr-ı kâfi olduğu anlaşılıyor idi. Belki de bu tenhâlık, ahâlînin hicretine mâniʻ olmak için Yunan İdâre-i Askeriyesince icrâ edilen bir tehdîdin netîcesi idi. Karaya çıkdığımız zamân yalıda hâzır iki denk eşyâ bile bulamadık. Yalova'da olduğu gibi burada dahi yerli Rum çetelerinin altdan alta ahâlî-i İslâmiye'yi ihâfeye başlamış olmaları hiç de müstebʻid değil idi. Milyonlarca okka zeytini, binlerce hayvânâtı olduğu söylenilen bu zengin köyde, her hâlde yerli çeteler son vurgunu kaçırmayacaklar idi. Son derece müteyakkız davranmamız îcâb ediyor idi. Düşündüklerimi Mîralây Spencer'a söyledim. Mûmâileyh de fikrime iştirâk etdi. Tekrâr köye gitmek lüzûmu hâsıl oldu. Köyde herkesi telâş ve tereddüd içinde gördük. Bin dürlü şâyiʻalar de- verân etdiriliyor idi. ‘Kimse kayıklarını, hayvânlarını, mâllarını götüremeyecek, erkekleri çetecilik ile maznûn olan birçok kadınlar rehîn olarak alıkonulacak, ancak ufak tefek eşyâ götürülebilecek ilh.' gibi sanîʻalar ile tedhîş edilen bîçâreler, deli gibi dolaşıyorlar ve hiçbir şey toplamağa cesâret-yâb olamıyorlar idi. Hayvânât ve zeytinleri yok bahâsına köylünün elinden almak için bir-iki çorbacı ile bir-iki ağa- nın, bilhâssa Dağıstanlı İbrahim Efendi'nin bu havâdisi işâʻa etdikleri de kulakdan kulağa fısıldanıyor idi. El-hâsıl köy halkı birkaç kişinin menfaʻat ve hırsları uğruna fedâ edilmek üzere idi. Bütün bu dedikoduları Yunan zâbitine açdığımız zamân: ‘-Evet, hayvânları, kayıkları ve zeytinleri veremeyiz' demesin mi? Rehîne makâmına alıkonula- cak kadınlara gelince; bunda kendisinin kabâhati olmadığını beyân ile İslâm Heyʼet-i İhtiyâriyesi'nin ihbârı üzerine bu yolda harekete mecbûr olduğunu söyledi ve yedinde bulunan bir mazbatayı irâe etdi. Mesʼele bir dereceye kadar tavazzuh ediyor idi. Biz, bunda Yunanîler hesâbına hafiyelik eden bir-iki kişinin mevcûdiyetine hükmetdik. Ben bu mazbatayı imzâ eden eşhâsı görmek istediğimi söyledim. Köylüleri mümkün mertebe îkâz etmiş olduğumuzdan, ahâlîyi olabildiği kadar dedikodulardan sıyâ- net etmek maksadıyla iki Hilâl-i Ahmer meʼmûru ile iki Fransız jandarmasını kasabada bırakarak Yalı'ya indik. Artık deverân eden şâyiʻâtın yalan olduğunu anlayan köylü toplanmağa başlamış idi. O gün öğleden sonra maʻhûd mazbatayı imzâ eden heyʼet ile temâs etdim. Köyün İslâm muhtârı aksakallı, nûrânî yüzlü bir ihtiyâr idi. Diğer aʻzâ meyânında öyle yüzü, tavrı şübheli kimse yok idi. Bunlara hitâben:
Made with FlippingBook
RkJQdWJsaXNoZXIy NTY0MzU=