HİLÂL-İ AHMER MECMÛʻALARI / CİLT 1
Osmanlı Hilâl-i Ahmer Mecmû ‘ ası Sayı 6 179 İslâm Muhâcirleri Nâmına Büyük Balo General Harrington'un zevce-i muhteremesi Lady Harrington tarafından Şubat'ın 27'sinde Mek- teb-i Harbiye Karârgâhı'nda İslâm muhâcirleri menfaʻatine büyük bir balo verilecekdir. Umûr-ı hay- riyeye iştirâk etmekle temeyyüz etmiş olan İstanbul ahâlî-i muhteremesi[nin], bu balonun muvaffaki- yetine gayret edeceğini ümîd ederiz. _______________ [132] TALTÎFÂT Hilâl-i Ahmer Cemʻiyeti'ne teberruʻât-ı nakdiyede bulunmasından dolayı Kızıltoprak'da mukîm Rifat Bey mahdûmu İmadeddin Bey'e alâmet-i mahsûsasız bir kıtʻa tunç Hilâl-i Ahmer madalyası verilmişdir. Üserâ-yı Osmaniye'ye muʻâvenet-i hayırhâhânede bulunmalarından dolayı Fransız zâbitânın- dan Mülâzım Mösyö Labbé ile Mösyö Le Trotter'e alâmet-i mahsûsalı, Hilâl-i Ahmer için derc-i iʻânâtda hidemâtı sebk eden Kabataş Sultânîsi Fransızca Muʻallimi İsmail Suad Bey'e alâmet-i mah- sûsasız gümüş Hilâl-i Ahmer madalyası iʻtâ olunmuşdur. Tebrîk ederiz. _______________ RUS ESÂRETİ HÂTIRALARI Heyʼet-i Hayriyenin Faʻâliyetleri Rusya'da beş sene esâretde kaldıkdan sonra ahîren Dersaadet'e avdet eden yüksek rütbeli bir erkân-ı harb zâbiti bize Rusya üserâ garnizonlarını teftîşe gelen heyʼet-i hayriyenin faʻâliyetine ve esîrlerimizin Rusya Müslümânları tarafından gördükleri teveccüh ve muʻâvenete dâir pek mühim bir makâle gönderdi. Bu makâlenin muharririni tebrîk eder ve eserini aynen derce müsâraʻat eyleriz: "-Her muhârebe akîbinde vukûʻ bulan zâyiʻâta dâir akseden acıklı rivâyât dâimâ gerilerde, âile ocaklarında büyük büyük merâklar, endîşeler tevlîd eder. Bittabʻ gerek hatt-ı harbde bulunanlar, ge- rek geride memleket dâhilinde kalan müteʻallikât, her fırsatda birbirine dâir serîʻ maʻlûmât edinmek ve yekdiğerinin mukadderât-ı hayâtiyelerine âgâh olmak ihtiyâcındadırlar. Bu sebebden, sevk-i ka- derle, esârete düşen her muhâribin dahi ân-ı esâretden iʻtibâren ilk düşüncesi, uğradığı felâketden ve düşdüğü hâl-i elîmden âilesini, kendisine yakından merbût olanları haberdâr etmekdir. Her esîr, bidâyeten düşdüğü yabancı bir muhît içinde taʻyîn-i cihet husûsunda bir hayli müşkilât çeker. Muhâsım olan taraf, üserâ hakkında ne derece insâniyetkârânede davranmak isterse istesin, muhâfaza için yapılan takayyüdât-ı şedîde yollarda, menzillerde ilcâ-yı harb ile hâsıl olan izdihâm ve sefâlet, hasmın lisânına adem-i vukûf dolayısıyla ifâde-i merâm ve talebde tesâdüf olunan müşkilât, felâketzede bir esîrin kalbini, fikrini daha ziyâde ezer, elemini artırır. Böyle bir hâl içinde meʼyûs ve mükedder, tâliʻin hükmüne tâbiʻ kalan esîr, kendini samîmî olarak düşünen, selâmeti için duʻâlar eden âilesini haberdâr etmek imkânını ele geçirir ise, yeniden hayât bulmuş kadar sevinir ve bu imkânı bulmak için bir dest-i müşfik ve muzâhirin zuhûruna kemâl-i ümîd ile intizâr eder. Gerçi, Cenevre Mukâvelenâmesi ve onu tamâm eden karârnâmeler ile üserâ, kuyûd-ı mahsû- sa tahtında serbestî-i muhâberât hakkına mâlik ise de bu keyfiyet dûçâr olduğu musîbetin teʼsîrât-ı meşʻûmesi henüz fikrinden zâil olmamış ve bilakis ihtiyâcât-ı adîde ile hâtırı perîşân kalmış olan bir esîri tatmîn edecek mâhiyetde değildir.
Made with FlippingBook
RkJQdWJsaXNoZXIy NTY0MzU=