HİLÂL-İ AHMER MECMÛʻALARI / CİLT 1

Osmanlı Hilâl-i Ahmer Mecmû ‘ ası Sayı 2 43 berâber geceyi sâhilde geçirmek mecbûriyetinde kalmışlar idi. Bu zavallıların gerek cânlarını gerek mâllarını Yalova işgâl bölüğü kumandanının bütün gayretine rağmen muhâcirlerin etrâfından ayrıl- mayan çetelerden sıyânet etmek için gece tarafımızdan nevbet beklenilmek ihtiyâcı hâsıl olmuş ve herkes hissesine düşen nevbeti, Yunan süngülüleri arasında büyük bir fedâkârlık ile beklemiş idi. Bu- rada refâkatimize verilen tahkîkât heyʼetinin ve Mister ve Madam Toynbee'nin gösterdikleri fedâkâr- lığı zikretmemek büyük bir kusûr olur. Bilhâssa Mîralây Spencer, bütün ricâlarımıza rağmen gee altı sâ‘atden fazla bir müddet sâhilde kuru taşlar üzerinde nevbet beklemişdir. 6 Haziran 1337 [1921] târîhinde İstanbul'a muvâsalat edildi. Mîralây Spencer, İstanbul'a av- detinden sonra General Papulas'dan gelecek müsâ‘adenin istihsâli için Yunan Komiserliği nezdinde müte‘addid teşebbüsâtda bulunmuş ve nihâyet bütün Samanlıdağ şibh-i cezîresindeki ahâlî-i İslâmi- ye'nin tahliyesi için lâzım gelen müsâ‘adeyi istihsâle muvaffak olmuşdur". *** Ali Macid Bey'in Gemlik seyâhatine dâir yazdığı beşinci rapordan da âtîdeki parçaları iktibâs ediyoruz: "-13 Haziran'a musâdif Pazartesi günü yine Gülnihâl vapuruyla Gemlik'e müteveccihen hareket etdik. Yine aynı iʼtilâf heyʼetinin, Mülâzım Holland'dan gayrı a‘zâsı bize refâkat ediyor idi. Gemlik'e gece varıldığından ancak ertesi sabâh Gemlik Yunan erkân-ı askeriyesiyle temâs etdik. Vukû‘ bulan müzâkerât netîcesinde evvelâ Umurbey karyesine gidilerek ahâlînin köyü terk edip etmeyeceklerini anlamak ve bilâhare nefs-i Gemlik ahâlîsiyle meşgûl olmak takarrür etdi. Bu defa Yunan zâbitânı daha nâzikâne hareket ediyorlar idi. Sâ‘at onda refâkatimize verilen bir Yunan mülâzımı ile Umur- bey'e doğru yollandık. Gemlik Körfezi'ne tamâmıyla hâkim ve epeyce mürtefi‘ bir noktada kâin olan Umurbey, Gemlik'den âdetâ kesîf bir zeytin ağacı ormanıyla ayrılmışdır, denilebilir. Köye gider iken birkaç köylü kâfilesinin pazara indiklerini gördük. Bu zulüm-dîde bîçârelerin gözlerinde bizi görme- lerinden mütevellid sevinç şu‘leleri parlıyor idi. Kendilerine vâlide, hemşîre ve babalarını almağa geldiğimizi söyledikçe: ‘-Acabâ oğlumu, erkeğimi bırakırlar mı dersiniz?' suâline ma‘rûz kalıyor idik. Köyün ilk evleri görünür görünmez iri, gürbüz yapılı, babayiğit, nûrânî çehreli kimselerden mürekkeb bir heyʼet ta- rafından karşılandık. Zavallılar ağlamamak için cebr-i nefs ediyorlar idi. Bir müddet sonra cesîm bir çınarın sâyesine sığındık. Bîçâre adamlar en fecî‘ zamânlarda bile misâfir-perverliği unutmadıklarına bir delîl olmak üzere hemen câmi‘den çıkarıp getirdikleri seccâdeleri zûr ile ile altımıza serdiler. Köyün ve civâr kurânın heyʼet-i ihtiyâriyesi ve muhtâr ve imâmları karşımıza oturdular. Bütün erkek ahâlî ise etrâfımıza halka oldu. Bu köylülerin hattâ ihtiyârların nazarlarında bile öyle bir azîm, o de- recede kırılmaz bir metânet, öyle bî-pervâ bir meydân okuyuş var idi ki, karşılarında hepimiz mebhût kaldık. Ben, yanımdaki tahkîk heyʼetine bu derece hâlisü'l-ırk bir Türk köyü gösterebilmiş olduğum için âdetâ iftihâr ediyor idim. İkrâmın arkası alındıkdan sonra Hilâl-i Ahmer heyʼetinin sebeb-i vusûlünü kendilerine îzâh ve yirmi ile kırk beş yaş arasındaki erkekler müstesnâ olmak üzere herkesin bütün eşyâ ve hayvânâtıyla İstanbul'a gelmekde serbest olduğunu ilâve etdim. İhtiyâr heyʼetleri ve imâmlar arasında vukû‘ bulan kısa bir müşâvereden sonra bu kadar mühim bir mesʼeleye birdenbire karâr veremeyeceklerini bildi- rerek bir müddet münâkaşa için kahveye çekilmelerine müsâ‘ade etmekliğimizi ricâ etdiler. Teklîfle- rini kabûl etdim ve bir müddet sonra heyʼet →

RkJQdWJsaXNoZXIy NTY0MzU=