HİLÂL-İ AHMER MECMÛʻALARI / CİLT 2
Türkiye Hiâl-i Ahmer Mecmû‘ası Sayı 24 919 binlerce kilometre murabbaʻı bir sâhaya tavazzuʻ etmiş ekall-i kalîl nüfûs da topraklarını şenlendi- remez. Yalnızlık dolayısıyla o büyük konağın nasıl her tarafını örümcek yuvaları istîlâ ederse kıllet-i nüfûs sebebiyle o kıtʻanın en feyyâz aksâmını bile yabânî otlar işgâl eder, dereleri taşar, bataklıkları artar. Hâsılı, kıtʻa harâb olur gider. [335] Anadolumuzun iʻmârı, refâhı en ziyâde mevzûʻ-ı bahis ol- duğu zamân onun her şeyinden evvel derdlerine, illetlerine yetişmek, hastalıklarının önüne bir sed çekmek iktizâ eder. Râhat yaşamamız için Anadolu'yu nüfûs ile doldurmamız en büyük bir şart-ı refâh ve halâsdır. Eğer nüfûs çoğalacak olursa bir harb vukûʻunda nefîr-i âm şeklinde asker celbine bile hâcet kalmaz. Çünkü kesret dolayısıyla ordu kadroları birkaç senelik efrâdı celb ile hemen dolar. Boşluk hâlinde ise bütün eli silâh tutanları toparlamak zarûreti vardır. Çok nüfûsun diğer fâidesi de tekâlîf-i emîriyenin birçok efrâda taksîmi hasebiyle her ferde düşecek hisse-i teklîfin az mikdârda bulunmasıdır. Hulâsa, dünyâ şenliği demek, nüfûs çokluğu demekdir. İşte biz bu hakîkatleri ve erkâmın belâgat ve katʻiyeti ile sâbit olan netîceleri göz önüne geti- rerek hulûl etdiğimiz bu devr-i sulhda var kuvvetimizle Anadolumuzun ıslâhına çalışmalı ve ıslâhâta da aded-i nüfûsu artdıracak tedâbîre tevessül ile başlamalıyız. Zirâʻatın, ticâret ve sanâyiʻin, hâsılı her şeyin terakkîsi, ıslâhı bu nüfûs mesʼelesine bağlıdır. Tenâkus-ı nüfûs inkişâfımıza mâniʻ olan yegâne bir ukdedir. Bu ukdeyi hangi eller çözecekse şimdiden işe başlamalıdır. Bunun içindir ki, biz sulh zamânına âid teşkîlâta başlamış olmasıyla kıymetdâr ve rehâkâr Hilâl-i Ahmer'imize şimdiden bî-pâyân teşekkürlerimizi takdîm ederiz. Ekrem Reşad " _______________ MEZÂLİM MEŞHERİ Yaralı ve Hasta Esîrlerimiz "-İkinci İnönü Muhârebesi'nden sonra Pire rıhtımına yanaşan Salîb-i Ahmer işâretli bir vapur- dan fevc fevc çıkarılan Yunan yaralıları yalan teblîğ-i resmîlerle avutulan, Tekketepe ve Kavaliçe mağlûbiyetlerinden haberdâr olmayan Yunan palikaryaları tarafından "Zito!" nidâlarıyla karşılanıyor- lardı. Kolsuz, bacaksız vapurdan çıkan Papulas'ın bu kahramân (!?) evlâdının nazarlarında hâlâ Türk savletinin bırakdığı havf u hirâs âsârı okunuyordu. Yunan kraliçeliğini ikinci defa olarak idrâk eden Hohenzollern Prensesi Sophia bir hastabakıcı kıyâfetiyle bu yaralılar arasında dolaşmış ve onların tatyîb-i hâtırı için kendilerine sigara, çikolatalar tevzîʻ etmişdi. Kraliçe: - Millî kahramânlarım! diye vasfetdiği bu yaralılara Yunan milletinin şükrânını teblîğ etmiş ve onları Asya-yı Suğrâ'nın kahramân ve fedâkâr halâskârlarını (!!!) bir ana şefkatiyle sevdiğini söy- lemişdi. Kraliçenin ve halkın şükrân ve alkış tufanları arasında otomobiller ve arabalarla muhtelif hastahânelere sevk olunan bu yaralıların ancak akşâma doğru arkası alınabilmişdi. Akşâm üzeri sevkiyâta nezâret etmek üzere tekrâr vapura gelen kraliçeye yaralı üç Türk zâbi- tinin de mevcûdiyeti haber verilmişdi. Hâdim-i medeniyet ve insâniyet olması lâzım gelen bir mü- essese-i hayriye, Yunan Salîb-i Ahmeri, bu yaralı üç zâbitimizi her dürlü ihtiyâcât-ı medeniyeden mahrûm bir anbâr bölmesine hapsetmiş ve esnâ-yı râhda kendilerine kuru bir ekmekden başka bir şey vermemişdi. Bursa Hastahânesi'nde Bursa ahâlî-i İslâmiyesi tarafından kendilerine verilen elbise ve levâzımât bile:
Made with FlippingBook
RkJQdWJsaXNoZXIy NTY0MzU=