HİLÂL-İ AHMER MECMÛʻALARI / CİLT 2

Türkiye Hilâl-i Ahmer Mecmû‘ası Sayı 24 920 - Deneyi trepete! (Yasakdır!) diye vapurda Yunan zorbaları tarafından cebren alınmışdı. Yüzbaşı Beşir Sadullah ve Mülâzım-ı Evvel Sabri Hasan ve Sabri Abdülkerim Beylerden ibâret olan bu küçük kâfile-i mecrûhîn hasbe'n-nezâke çıkarıldıkları birinci mevkiʻ salonda kraliçe tara- fından kabûl edilmişler. Rumca bilmedikleri için Beşir Bey kraliçe ile Almanca görüşmüş ve esîr edildikden sonra geçirdikleri vekâyiʻi, Yunan efrâdı ve zâbitânı tarafından dûçâr oldukları tecâvüzü, vapurdaki hakâretleri, hepsini anlatmış ve en nihâyet: - Yaralılarınız ve esîrleriniz memleketimizde kendi hastalarımızdan ve yaralılarımızdan ziyâde iyi bakılıyor. Bunlara biz insânî muʻâmelelerde bulunuyoruz. Maʻalesef siz… [336] Kraliçe sözü ikmâle meydân bırakmadan Salîb-i Ahmer meʼmûrlarını çağırmış, doktorla- ra, hastabakıcılara hadîdane, şedîd emirler vermiş ve Salîb-i Ahmer reîsine Almanca Türk zâbitânına bakılmasını, kendilerine güzel muʻâmele edilmesini ve Atina'nın en birinci hastahânesine sevk olun- malarını söylemiş ve Rumca olarak daha bazı emirler vermişdi. Kraliçenin otomobili Pire rıhtımı üzerinde uzaklaşırken bu üç yaralı zâbitimiz salondan çıka- rılmış ve: - Pros, kato! tahkîrleriyle aşağı indirilmiş ve bir yük otomobiline konularak hastahâneye sevk edilmişlerdir. Hastahânede bu zavallıları arayan soran olmamış ve beş-on gün sonra ilk ve son defa gelen bir doktor tarafından henüz tedâvî edilmeden, yaraları iltiyâm bulmadan taburcu edilerek Leu- cade üserâ karargâhına sevk edilmişlerdir. Yunan zulmü hep böyle esrârengîz bir sûretde devâm etmişdir. Kral, kraliçe, kumandan, müfet- tiş lâzım gelen emirleri verir: - Esîrlere iyi bakınız, yaralıları güzel tedâvî ediniz, hüsn-i muʻâmelede bulununuz, der. Fakat nihâyet: - Sakın ha, sen kendi bildiğin gibi yap. Ben bunları sana lâf olsun diye söyledim, demekden çekinmez. Ben, bizzât bu gibi vekâyiʻe muhtelif defalar şâhid oldum. Leucade Garnizonu'nda iken Atina'dan ahvâlimizi tahkîk etmek üzere gelen bir müfettiş bize sâhib-i salâhiyet olduğunu ve vereceği emirlerin infâz edileceğini söylemiş ve yanımızda kumandan olan Kâimmakâm Yorgi Manto'ya lehimizde olarak pek çok emirler vermişdi. Ben bidâyetde bu emirlerin sıhhatine iʻtimâd etmiş ve ne yalân söyleyeyim, müfettişe karşı bir şükrân bile hissetmişdim. Fakat garnizon kapısından çıkarken yanlarında Rumca bilen bulunduğunu bilmeyerek Kâimmakâm Manto'ya ve Kara Çavuş'a: - Şimdiye kadar nasıl hareket ediyorsanız onu değişdirmeyin. Siz bildiğinizi yapın. Mesʼûl sizsiniz, dediğini duyduğum zamân mütehayyir olmuşdum. Sonradan artık bu Yunan dubârâlarını öğ- rendiğimizden, gelen ve giden müfettişlerden hiçbir şey taleb etmemiş ve hiçbir şey söylememiş idik. Çünkü biliyor idik ki, ne söylesek, ne yazsak kalʻa kapısından dışarı çıkmayacak ve orada kalacakdı. En az bir buçuk sene bu mezâlime, bu şenâʻate göğüs gerdik. Lehü'l-hamd bugün hür ve serbest bulunuyoruz. Gelecek makâlemde Yunanîlerin âilelerimizle muhâberemize ne sûretle mâniʻ olduklarını ve bunun için ne dürlü dolâblar çevirdiklerini arz edeceğim". Cemcemal _______________

RkJQdWJsaXNoZXIy NTY0MzU=