HİLÂL-İ AHMER MECMÛʻALARI / CİLT 3

Türkiye Hilâl-i Ahmer Mecmû‘ası Sayı 28 1101 olursa hüsn-i âkıbetine zâhib olurlar ki, bu zehâb külliyen bâtıldır. Zîrâ ümmü'l-müʼminîn Ayşe radı- yallahu anhâ, Resûl-i Ekrem efendimizin mevtleri pek şiddetli olduğunu beyân buyurduğu gibi Şeyh Muhyiddin kaddesallahu sırrahû da diyor ki: - Hâtemü'l-enbiyâ efendimizin mevtleri şedîd olması kemâl-i lezzet-i visâldendir. Ezvâk-ı visâlden bî-haber olanlar ashâb-ı visâlin alâim-i vechiyesinde nümâyân takallusât ve teşennücâtı görürlerse bunu elem ü ıztırâba hamletmekde tereddüd etmezler. Zâhiren elem ü ıztırâb gösteren bu alâim ise hakîkatde bir zevk u neşʼe bir hâletdir. Bunun gibi zâhir-bîn olanlar da muhtazırın harekât-ı şedîdesinden müteessir olurlar. Onun his- setdiği lezâizden maʻlûmâtdâr değillerdir. Şu ifâdeden müstebân olacağı üzere sekerâtın şiddet ü hıffeti ne sû-i hâtimeye ve ne de hüsn-i hâtimeye delâlet eder. Ezvâk u âlâmın herkes üzerinde teʼsîri ayrı ayrıdır. Müteehhirîn ulemâ-i sûfiyeden Mesnevîhân Hoca Hüsameddin Efendi hazretleri: - Ölmeden korkma, ölememekden kork buyurmuşlardır. Fi'l-hakîka müsterîhu'l-vicdân ol- dukdan sonra ölümden korkacak hiçbir sebeb [111] yokdur. Her nefis zâika-i mevtden nasîbedârdır maʻnâsında âyet-i kerîme mûcebince irtikâb-ı menâhî ve maʻâsî ile ağızlarının tadını bozmayanlar ölümden korkmazlar. Cenâb-ı Mevlânâ Celâleddin-i Rumî zamânında etıbbâ ve hukemâ anâsır-ı beden-i insâniyeyi âteş, su, havâ, toprak diye dörde taksîm ederler ve bunların basît olduklarını kâil olurlar idi. Hâl-i hâzırda ise her birinin mürekkeb olduğu anlaşılmakla kudemânın bu taksîmi suya düşdü ise de hakî- katde her birinin hâvî olduğu mevâdd-ı basite insânda mevcûd olduğu ve insân bu mevâdd-ı basîta- dan mürekkeb olduğu cihetle kudemâ ile müteehhirînin netîce iʻtibârıyla sözleri bir kapıya çıkar. Bu mukaddimeyi bastdan maksad Cenâb-ı Mevlânâ'nın Mesnevî 'sindeki bir kavlini beyândır. Nitekim buyururlar ki: - Hâk-i zemîn, insânın bedenindeki unsur-ı hâkîye, ey hâk-i ten der, cânı terk eyle ve bize gel. Zîrâ sen bizim cinsimizdensin. Bizimle olmaklığın elbet daha evlâdır. Unsur-ı hâkî-i insânî de evet, senin hakkın var, ben de sana gelmeğe, senin kadar müştâkım ve hicrân hastasıyım. Fakat ayaklarım anâsır-ı sâire kayıdları ile bağlıdır, cevâbını verir. Kezâ sular da unsur-ı âbî-i tene hitâb eder. Der ki, ey unsur-ı âbî! Gurbeti terk eyle ve bizim yanımıza gel. Kezâ esîr, unsur-ı nâriyeyi daʻvet eder ve sen nâra mensûbsun. Kendi aslına ricʻat eyle der. İşte beden-i insânîde yetmiş iki veya daha fazla maraz vardır ki, sebebi anâsır-ı basîtanın keşmekeşindendir. Bedeni harâb etmek ve anâsırı yekdiğerinden tefrîk için insâna illet gelir. Bu dört unsur ayakları bağlı dört kuş gibidir. Ölüm ve renc ve maraz onların halâskârıdır. Maraz ve illet o kuşların ayaklarını çözünce her unsur kuşu kendi aslına pervâz eder. İşte bu ferʻlerin asıllarına müncezib olması her nefesde bizim cismimize hastalık verir. Ta ki bu terkîbler ve kayıdlar bozularak her cüzʼ-i unsuru kendi aslına pervâz eyleye. Lâkin Allah Teʻâlâ hazretleri li-hikmetin bunların istiʻcâline mâniʻ olur ve ecel gelinceye kadar sıhhat ü iʻtidâl sebebi ile müctemiʻ bulundurur. Güya hikmet-i bâliğa-i ilâhiye eczâ-yı basîta-i insâniye kuşlarına, ey mürgân-ı anâsır-ı cismânî ve ey eczâ-yı beden-i insânî, ecel sizce maʻlûm ve meşhûd değildir! Mevt gelmeden ve ecel tahakkuk etmeden aslınıza pervâz için kanad vurmak bî-fâidedir, der. İşte mâdemki her cüzʼ-i unsur-ı insânî kendi asıllarına peyveste ve refîk olmağı isterler, elbette bu cân yani emr-i ilâhî ve

RkJQdWJsaXNoZXIy NTY0MzU=