HİLÂL-İ AHMER MECMÛʻALARI / CİLT 3

Türkiye Hilâl-i Ahmer Mecmû‘ası Sayı 28 1105 lerce zavallının teʼmîn-i ihtiyâcâtı hakku'l-insâf kolayca yapılıverecek bir iş değildir. Bu bîçârelerin mehmâ-emken tehvîn-i ıztırâbı için halkın da hükûmete muzâheret etmesi, her müslümânın elini göğ- süne koyup muhâcirîn-i İslâm'ın perîşân hâlini düşünmesi, sonra da rikkat ve merhametle titremesi lâzım gelen o eli cüzdânına götürmesi muktezîdir. Bilâ-tereddüd diyebilirim ki, bugünkü müslümân muhâcirlerine muʻâvenet etmek, ensâr-ı izâm zümre-i kirâmına iltihâk eylemek olur. Îzâh edeyim: Maʻlûmdur ki, hicret asr-ı saʻâdetde de vukûʻa gelmiş, hattâ bizzât Risâlet-penâh efendimiz ihtiyâr-ı hicret buyurmuşdu. Bidâyet-i İslâm'da müşriklerin ezâsına tahammül edemeyecek dereceye gelen ashâbın bir kısmı Habeş'e muhâceret etmiş, oradaki Necaşi'nin himâyesine mazhar olarak hicretin yedinci senesine yani onların Hicaz'a avdetine kadar refâh içinde yaşamışdı. Necaşi'nin şu himâyetkârlığı îmâna gelmesine bâdî olduğu gibi irtihâli zât-ı akdes-i risâlete vahyen bildirilmekle Medine'de cenâze namâzı kılınmış ve hakkında hayır duʻâ buyurulmuşdu. Kezâ Habeşîlerden Medine'ye gelen bir cemâʻat, bi'l-mukâbele fevkalâde iltifât-ı peygamberîye nâil ol- muşdu. Şübhesiz ki, şu mazhariyet-i celîle, muhâcirlere muʻâvenetin kıymetdâr bir mükâfâtı idi. Memleket iʻtibârıyla hicretin ikincisi Medine'ye olmuşdu ki, bu muhâcerete seyyidü'l-muhâ- cirîn efendimiz de iştirâk buyurmuşdu. Târîhlerin beyânâtı şöyle dursun, Kitâb-ı Kerîm -i ilâhînin de şehâdeti isbât eder ki, Allah yolun- da ve dînî uğrunda dâr u diyârını bırakıp gelmiş olan muhâcirîne Medine Müslümânları'nın gösterdiği fedâkârlık ve âlî-cenâbâne muʻâvenet muhayyirü'l-ukûl bir derecede idi. O kadar ki, hicretzedegânın her biri yerliler tarafından îvâ vü iksâ edilmiş, muntazaman yedi- rilip içirilmişdi. Hattâ nukabâ-yı ensârdan Saʻd bin er-Rebîʻ hazretleri dîn kardeşi bir muhâcir olan Abdurrahman bin Avf'ı evine götürmüş, kendisine iki evinden birini ve mevcûd mâlının nısfını teklîf eylemiş, Abdurrahman ise bu fedâkârâne âtıfete aynı fedâkârî ile mukâbele ederek teklîf-i vâkiʻi red- deylemiş, çalışıp çabalayacağını, alnının teriyle kazancından karnını doyuracağını söylemiş, fi'l-vâkiʻ mesâʻîsi netîcesinde mühim bir servet iktisâbına muvaffak olmuşdu. Ensâr unvân-ı tekrîmini bi-hakkın iktisâb eyleyen Medine Müslümânları, zümre-i muhâcirîni dördüncü sene-i hicriye Rebîʻulevvel'ine kadar kemâl-i hürmet ve şefkatle barındırdılar. Ondan sonra da ele geçen [115] Benî Nazîr emlâk-i metrûkesinin kâmilen muhâcirîne terkini teklîf eylemek sûre- tiyle ulüvv-i cenâb gösterdiler. Şu sûretli ki, Nebiyy-i Kerem sallallahu alâ ve âlihî ve sellem efendi- miz, Medine'yi teşrîf buyurduğu vakit Beni Nazîr denilen ve Medine'den iki mil kadar bir mesâfede ikâmet eyleyen Yahudi cemâʻatiyle bir muʻâhede akdeylemişdi. Yahudiler, bu muʻâhedenin kıymetini bilmediler. Müslümânların Uhud'daki bozgunluğu üzeri- ne nakz-ı ahd etdiler. Hattâ yurdlarına gelmiş olan Resûl-i Ekrem'e sûikasd teşebbüsünde bulundular. Ahdini bozan kavme Allah düşmanlarını musallat eder , meâlinde olmak üzere Mâ-nakaza'l-ahde kav- mü'l-esatullahe aleyhim adüvvihim hadîsi meşhûrdur. Binâenaleyh Benî Nazîr cemâʻati de nakz-ı ahd cezâsı olarak İslâm'ın hücûmuna uğradılar. Götürebildikleri kadar emvâl ü eşyâ ile çıkıp gitmeleri teklîfine maʻrûz kaldılar ve çıkıp gitdiler. Ev- lerini, bâğçelerini, hurmalıklarını bırakdılar. Aleyhi's-salât efendimiz, bu metrûk emlâkin taksîmini müzâkere etdiği esnâda Medineliler o emvâlin muhâcirlere verilmesini ve onların yine kendi yanlarında oturtulmasını niyâz eylediler. Eb-

RkJQdWJsaXNoZXIy NTY0MzU=