HİLÂL-İ AHMER MECMÛʻALARI / CİLT 5

Türkiye Hilâl-i Ahmer Mecmû‘ası Sayı 45 2112 Şu hâlde harhangi bir hayvân veya insân tarafından ısırılan eşhâs mümkün mertebe sürʻatle ve asgarî on beş gün müddetle dâülkelb müessesesine mürâcaʻat etmeli ve taht-ı tedâvîye alınmalıdır. Kuduz zehri (virüs) iki nevʻdir. Sokakda dolaşan hayvânâtdan geçen zehre "sokak virüsü" der- ler. Bunun en şedîdi kurdda görülür. Sokak virüsünün laboratuvar hayvânâtından olan tavşanlara geçirilerek muʻayyen müddetde kudurtan nevʻine de "sâbit virüs" derler. Dâülkelb müesseselerinde aşı için kullanılan hep bu nevʻ zehirdir. Kuduz aşısı muʻayyen müddetde kuduran bir tavşanın dimâğ ve nuhâʻ-ı şevkîsinden alınan vezni muʻayyen parçanın gliserin ve tuz mahlûlünde ezilerek sübye yapılmasıyla husûle gelir. Bu müstahleb muʻayyen günlerde ve gitdikçe mütezâyid bir nisbetde tahte'l-cild ve mâ-beyne'l-adale şırınga ederek tatbîk edilegelmekdedir. Isıran hayvân, ısırılan mahal, ledgdan sonra geçen günler hesâb edilerek şiddetli, serîʻ veya batî tarz-ı tedâvî müessesâtın bileceği şeylerdendir. Kuduz, alâimi meydâna çıkdıkdan sonra şifâsı mümkün olmayan bir âfetdir. Kudurmuş bir hasta enfâs-ı maʻdûdesini gûnâgûn ıztırâb ve elem içinde geçirmeğe mahkûm bir zavallı ve bîçâredir. Böyle bir hastanın muhîtine vereceği teʼsîr dolayısıyla celb-i merhamet etmemesi de gayr-ı mümkin- dir. Tabâbet bunca terakkiyâtına rağmen kudurmuş bir şahsın hayâtını kurtarmakdan âcizdir. Bugün ancak bunların ıztırâb ve elemlerini tahfîf ve teskîne hizmet edebilecek edviye-i münâsibe vererek tesliye etmekle kalıyor. Maʻamâfîh kuduz sâhasında fenn-i tıbbın keşfetdiği vâkî aşı şimdiye kadar yüz binlerce insânın hayâtını kurtarmış ve elemlerin önünü almışdır diye iddiʻâ edebiliriz. Fi'l-hakîka Pasteur kırk sene evvel kuduzun aşısını keşfetdiği zamân âlem-i tabâbet pek büyük bir zafer kazanmış oldu. Bugün ku- duz hayvânât tarafından ısırılan eşhâs sırf bu aşının muʻayyen zamânda ve usûl-i mahsûsası vechile tatbîkinden dolayıdır ki, kudurmuyorlar. Şâyân-ı şükrândır ki, seneler geçdikçe dâülkelb müessesele- rine olan iʻtimâd tezâyüd etmiş ve bugün her ısırılan şahıs doğrudan doğruya müesseselere mürâcaʻat ederek kendilerini tedâvî etdirmeği iʻtiyâd edinmişlerdir. Kuduz illetine karşı memleketimizde teʼsîs edilen Dâülkelb Müessesesi, İstanbul'da rubʻ asrı mütecâviz zamândan beri pek meşkûr ve müsmir bir faʻâliyet göstermişdir. Memleketimizin dört bir köşesi düşünülür, şehir, kasaba ve köy sokaklarının başıboş kelb sürüleri ile dolu olduğu görülürse ısırılanlardan birçoğunun kuduracağı tahmîn edilir. Müessesenin faʻâliyetine âid neşredilen istatis- tiklerde hesâbsız melduglara mukâbil kuduranların birkaç aded gibi ehemmiyetsiz bir yekûn olduğu anlaşılır. Hattâ iddiʻâ edilebilir ki, bunlar da ya parasına ehemmiyet vermeyerek ihmâl edenler veya uzak mesâfeden gelerek gününü geçirenlerdir. Bir sinek öldürmek, bir-iki hayât-ı beşeri kurtarmak demekdir. [340] Harb-i Umûmî esnâsında Sivas'da ordu ve Hilâl-i Ahmer'in muʻâvenetleriyle yeniden teʼsîs edilen dâülkelb müessesesi de İstanbul müessesesinin tarz ve usûlü ile el-ân faʻâliyetde bulun- makdadır. Maʻamâfîh memleketimizin vüsʻati, vesâit-i nakliyenin dört bir tarafda ibtidâî bir hâlde bulun- ması dolayısıyla bilhâssa Şarkî Anadolu'da daha birkaç küçük müesseseye ihtiyâc derkârdır.

RkJQdWJsaXNoZXIy NTY0MzU=