HİLÂL-İ AHMER MECMÛʻALARI / CİLT 6
Türkiye Hilâl-i Ahmer Mecmû‘ası Sayı 50 2461 [198] Bu tarz hayâtın bazı hassâs ve asabî olanlara yapacağı teʼsîr de şâyân-ı dikkatdir. Birçok gençlerin hırçın, titiz ve geçimsiz olmalarına yuvalarında gördükleri bu nevʻ hayât sebeb olmuşdur, diyen mürebbîler pek haklıdırlar. Hayâtın bu yeknesakı ve gayr-ı tabîʻîsinin hayâlât ve ihtisâsâtda teşevvüş ve endîşe tevlîd etdiğini efkâr ve rûhiyâtda gûnâgûn elem hâsıl etdiğini de unutmamalıyız. Hattâ zevkli telâkkî edilen zamânlarımız bile çok kere kapalı, mahsûr yerlerde tâze ve sâf havâ- nın girmesi için îcâb eden bütün tedbîrler ihmâl edilmeyerek geçiyor. Kapalı bir odanın bir köşesine çekilip etrâfına toplanan birkaç gencin günün bütün imtidâdınca oyun oynamaları bugünkü hıfzıssıh- ha telakkiyâtı karşısında ne mühim bir kabâhatdir. Bu gençlerin birinde sârî bir hastalık olduğu takdîr- de pek samîmî oldukları bu zamânda başkalarına geçmeyeceğini, kim teʼmîn edebilir? Bu zavallılar sözde eğlenmişlerdir. Zevkden ayrıldıkları zamân sorulsa, başlarının ağrıdığından, zihinlerinin bunal- dığından, iştihâsızlıkdan bahsederek istirâhate ve yatmağa gitdiklerini görürsünüz. Ecdâddan kalma bazı kır oyunlarımız müstesnâ olmak üzere diğer bütün kâğıd, tavla, domino ve zâr oyunları bütün kapalı kahve ve kırâathânelerde ve karanlık duvarlar arasında oynanıyor. Bura- ya geç vakit hâricden giren bir zâir hemen mahsûs havânın mülevves, müteʻaffin, baş ağrıtıcı ve ser- semleten sadmesine maʻrûz kalır. İçerisinde yaşayanlar âdetâ her şeyden bî-haber ve mihanikî olarak meşgûldürler. Yüzleri sararmış, renkleri bozulmuş, gözleri kararmış ve hiç şübhesiz zehirlenmiş bir hâldedirler. Bu zavallıların panzehiri olan sâf havâ yanı başındadır. Fakat iʻtiyâdlarından ve sinirleri- nin tahakkümünden bir türlü kurtulamazlar. Hattâ orta oyunlarımızdan gayrı tiyatro, sinema, hayâl gibi eğlencelerimiz de hıfzıssıhhanın hiçbir kavâʻid ve nizâmâtına tâbiʻ olmayan salaş ve harâbhânede, binlerce halkın sıkışdığı, bunaldığı yerlerde devâm ediyor. Oyun hitâmında halk kendini hemen dışarıya atıp pişmân olduklarından, râ- hatsızlıklarından bahsedeceklerdir. Bilhâssa genç mekteblilerimiz açık havâya ne kadar muhtâcdırlar! Maʻârifimizi ziyâret eme- liyle ta Amerika'dan şedd-i rihâl eden bir salâhiyetdâr zât memleketimizin muʻtedil iklîmini, latîf ve berrâk havâsını, kuvvetli parlak güneşini seyretdikden sonra çocuklarımızın niçin açık havâda okut- durulmadığını zihninden geçirerek hissiyâtını gazete sütûnlarına da tevdîʻ etmişdi. Fi'l-hakîka bizde Nisan, Mayıs ve Haziran aylarında bi'l-umûm mekâtib talebesinin, bittabʻ bazı günler müstesnâ kır ve bâğçelerde okutdurulmadığı cây-ı suâldir. Sonbahâr mevsimi de bazı mıntıkalarda ne kadar latîf ve uzun sürer! Açık havâda tedrîsât ahvâl-i rûhiye üzerine de icrâ-yı teʼsîr eder. Çocuk bazı derslerin ağır ve anlaşılmaz mübhemiyetleri içerisinde bunalmaz. Zihni güşâyiş bulur. Ufkun latîf, rûh-nevâz açıklığı, ağaç ve çimenlerin muʻattar manzaraları dimâğın hüceyrât-ı asabiyesine de icrâ-yı teʼsîr ederek fazla faʻâliyet ve tenebbüh ve bi'n-netîce zekâ ve kudret-i tefekkür hâsıl eder. Çocuk sâf havâ-yı nesîmîyi her teneffüs etdikçe başka türlü görür, başka türlü işitir ve anlar. Eskiden ya bir kabristân kenârına ilticâ eden [199] vakıf meşrûtasında veya mahallede hiçbir işe yaramaması dolayısıyla aylarca îcâr edilemeyen bir yerde devâm edegelen mahalle mekteblerimi- zin yetiştirdiği nesle acımamak elde değildir. Mektebe müdâvim bütün yavruların sıra ile hasta olduk- ları kızamık, çiçek gibi hummeyât-ı indifâʻiyeye yakalandıkları görülürdü. Bugünkü mekteblerimiz sokak ve câddelere çıkmış iseler de hıfzıssıhhanın îcâb etdiği son sistem teʼsîsâta maʻatteessüf henüz nâil olamamışdırlar. Tedrîsât münâsib mevkiʻlerde açık havâda, kır ve bâğçelerde devâm etdiği takdîrde talebe neşv ü nemâ-yı beden ve rûh nokta-i nazarından pek ziyâde istifâde edecekdir. Bu gibi mahallerde tesâdü-
Made with FlippingBook
RkJQdWJsaXNoZXIy NTY0MzU=