HİLÂL-İ AHMER MECMÛʻALARI / CİLT 7
Türkiye Hilâl-i Ahmer Mecmû‘ası Sayı 67 3340 lira, bin ve yüz bin tek lira olarak terâküm etdikçe en kudsî bir emele hizmet edilmiş olur. Bu mesʻûd zafer ve sükûn günlerinde yapabileceğimiz vazîfelerin en birincisi şübhesiz Hilâl-i Ahmer'e intisâb eylemekdir. Faruk Şükrü " _______________ Tarsus refîkimizden: "-Nasıl Unutabilirim? Mersin Hilâl-i Ahmer Reîs-i Sânîsi Kâzım Beyefendi'ye, Sakarya'nın çok âteşli ve kanlı bir günüydü. Günlerce taʻarruzdan sonra hiç, hiçbir şeye mu- vaffak olamayan, her taʻarruzda temiz bir dayak yiyen düşman o gün son bir gayret-i mezbûhâne ile her tarafdan saldırmışdı. Şafakdan beri başlayan taʻarruz hâlâ devâm ediyordu. Düşman her nereye başvursa payını alıyor, harb meydânında birçok yaralı, geberik bırakarak kaçıyor, fakat geride yine toplanıyor, yine hücûm ediyordu. Akşâma doğru artık hücûmlar gevşemiş, kuvve-i maʻneviyeleri sarsılan Yunan efrâdını zâbitlerinin tabancaları bile yerlerinden oynatamamışdı. Alâyımız o gün belki lüzûm hâsıl olmadığından olacak harbe iştirâk edememiş, bir kolordunun ihtiyâtı olarak cebhe geri- sinde kalmışdı. Güneşin son ışıkları Sakarya'yı aydınlatırken alâyımız da duʻâsıyla baskın emrini almışdı. Baskın emri kumandandan zâbite, zâbitlerden askere giderken hepimizi bir sevinç almış, nihâ- yet bize de sıra geldi, düğüne gideceğiz diye sevinnmişdik. Alaca karanlıkda harekete geçdik. Tabur- lar yayılıyor, bölükler, takımlar, mangalar birer ok çevikliğiyle ava çıkıyordu. Gecenin tatlı sükûneti- ni askerin ayak patırtıları bazen sağa sola emirler götüren emir zâbitlerinin atının çıkardığı nal sesleri ihlâl ediyordu. Benim takımda ava çıkmış en önde -tek hatlı bir saff-ı harb gibi- sık bir avcı hattı teʼsîs etmişdi. Tepeye iyice yakınlaşmışdık ki, düşmanın ileri karakollarına vürûdumuzu anladık. Birer ikişer başlayan âteş her tarafa sirâyet etdi. Şimdi mitralyözler işliyor, otomatikler işliyor, tüfenkler âteş saçıyor, arada patlayan bomba- lar bu gürültüye başka bir âhenk veriyordu. Fakat biz durmadan, dinlenmeden ilerliyorduk. Nihâyet tepeye on beş, yirmi adım kadar yaklaşdık. Tiz bir hücûm borusu yanık yanık bağırdı ve her taraf- dan "Allah Allah" naʻralarıyla Yunanlılara karışdık. İşte nasıl oldu, ne olmuş bilmiyorum, birdenbire adımlarımın yavaşladığını ve olduğum yerde yıkıldığımı hissetdim. Bu sırada tepede sesler durmuş, muhârebe durmuş, atılan bir tenvîr fişengi tepenin tarafımızdan istirdâdını gösteriyordu. Bu nûr gibi semâya yükselen tenvîr fişenginin ziyâlarını hayâl meyâl hâtırlıyorum. Sıcak sıcak ayaklarıma sızan mâyiʻle göğsümün altındaki sızıdan anladım ki, ben yaralanmışdım. Ondan sonrasını hâtırlamıyorum. *** Bir gün gözümü açdım, neredeydim? Etrâfıma bir göz gezdirdim. Temiz temiz, çok temiz ya- takdaydım. Doğrulmak istedim. Vücûdum ağırlaşmış, doğrulamıyordum. Başımı kaldırdım. Bir çift temiz ve mûnis gözle karşılaşdım. Ta gözlerimin [284] içine bakarak asîl bir tebessümle gülüyor ve
Made with FlippingBook
RkJQdWJsaXNoZXIy NTY0MzU=