HİLÂL-İ AHMER MECMÛʻALARI / CİLT 8
Türkiye Hilâl-i Ahmer Mecmû‘ası Sayı 75 3770 Cüzâm hastalığının devr-i tefrîhi pek uzun ve ekseriyâ da muhtelifdir. Müellifler 2-4 seneden on, on beş sene kadar göstermekdedirler. Esâsen hastalığın ilk başlangıcı dâimâ belirsiz ve hafîf oldu- ğu cihetle intânın mebdeʼ ve intişârı katʻî sûretde tesbît edilemez. Hastalık başlıca iki şekilde nümâyân olur. Cildî şekli yavaş yavaş teşekkül eden dereniyyü'ş-şekl ukdeler sûretinde gözükür. Ukadât büyümeğe başlayarak bilhâssa çehre şiş ve kubbeli bir şekil alır ve kıhfdaki eşʻâr da ilerlemiş devresinde düşecekleri cihetle çehre garîb ve kendine mahsûs cascavlak bir şekil alır. Cild âdetâ kabarmış ve sertleşmiş manzaradadır. Cildin ötesinde berisinde ukadât çıkması ve sert tarzda düğümler teşekkül etmesi de nâdir de- ğildir. Aʻsâba hücûm eden şekli mürûr-ı zamân ile cümle-i asabiyede istihâle yapar ve hasta günün birinde hissiyâtdan mahrûm olarak vurdumduymaz olur. Bu gibiler muhîtî hayâtın bir dalâletinden dolayı ufak tefek kazâ ve avârıza da maʻrûz kalabilirler. Cüzâmın asabî nevʻi şâyed cildde sâir âfât-ı ukdeviye mevcûd değilse sârî sayılmaz. Ancak burun gışâ-yı muhâtîsinde yara ve karhalar mevcûd ise bittabʻ sirâyet edecekdir. Cild üzerindeki ukde ve derenler dahi yumuşayıp açılmadıkları ve muhteviyâtı akmadıkları takdîrde tehlikeli değildirler. Fennin bunca terakkiyât-ı asriyesine rağmen cüzâmın henüz şâfi bir ilâcı bulunamamışdır. Âmil-i müessiri pek çok zamân evvel keşfolunmuş olduğu hâlde ne şifâ teʼmîn edecek bir serumu ve ne de vikâye edecek bir aşısı mevcûd değildir. Birçok müellifler mesâʻîleri netîcesi olmak üzere muhtelif devâların teʼsîrâtı husûsunda neşriyâtda bulunmuşlardır. Bu meyânda Nasten, L-Prolin, şol- mogra yağı ve röntgen şuʻâʻâtının nâfiʻ teʼsîrâtı olduğu anlaşılmakdadır. Memleketimizde miskîn hastalığı gerçi bugün sıhhat-i umûmiyeyi tehdîd edecek şekilde ara- mızda mevcûd değilse de intânî ve sârî bir hastalık olması, manzaraca çirkin ve âkıbet cihetiyle de meşʼûm bulunması dolayısıyla îcâb eden her türlü tedâbîr-i tahaffuziye ve vâkıyeyi teʼmîn etmek lâ- zımdır. İhbârı ihtiyârî olan bu hastalık mecbûrî olmalı ve âilesinde, muhîtinde miskîn tanılan ve âfât-ı cüzâmiye arz eden her hasta hükûmete haber verilmelidir. Hastalığın ilerlemiş devrelerinde hastalar bilerek veya bilmeyerek sinir ve burun mütehassıslarına mürâcaʻat etmiş bulunacakları cihetle bu gibi mütehassıs etıbbâ şübheli her vakʻada basil taharrîsini esâs [87] ittihâz ederek müsbet vekâyiʻ zuhûrunda hastaları taht-ı tecrîde almalıdırlar. Gerçi hastalık kızıl, kızamık ve çiçek gibi vehleten ve sürʻatle bir insândan diğer bir insâna geçmiyor ise de vâkî tedâbîrin hiçbir sûretle ihmâl edilmemesi de îcâb eder. Fi'l-hakîka senelerce miskînler ile birlikde yaşamış ve her nedense hastalığa musâb olmamış olan miskînhâne müstahdemî- ninden pek çoğunun bilâhare günün birinde bu hastalığa musâb oldukları görülmüşdür. Bu sebebden bilhâssa bu gibi müesseselerde çalışan doktor, hastabakıcı gibi meʼmûrîn ile müstahdemînin tahaf- fuz husûsunda pek ziyâde dikkat ve riʻâyetde bulunmaları lâzımdır. Miskînlerin devâir-i devletde ve vezâif-i meʼmûriyetde istihdâmları da câiz değildir. Hattâ bunların kendi aralarında izdivâclarına izin verilmeli ve hâricden hiçbir sûretle muʻâmele-i izdivâciyede bulunmamalarına nezâret edilmelidir. Miskînlerden doğan çocuklar behemahâl ayırılmalı ve husûsî müesseselerde yetiştirilmelidir. Her hâlde bugün uhdemize düşen vazîfe bu illet musâblarını iyi tedkîk ve tahkîk sûretiyle topla- mak ve bir müessese-i sıhhiyeye yerleştirmekdir. Bu sûretle tahaffuz altına alınacakları gibi hattâ îcâb eder ise bu gibilere mahsûs ücrâ bir mahalde ve heyʼet-i tıbbiyenin nezâreti tahtında bir köy teʼsîs ve ihdâsı da ihmâl edilmemelidir.
Made with FlippingBook
RkJQdWJsaXNoZXIy NTY0MzU=