HİLÂL-İ AHMER MECMÛʻALARI / CİLT 9

Türkiye Hilâl-i Ahmer Mecmû‘ası Sayı 82 4247 Ecdâdın hastalık esbâbı hakkındaki îmânları en ziyâde soğuğa karşı idi. Sârî, gayr-ı sârî birçok hastalıkların soğukdan, üşümekden tevellüd etdiğine iʻtikâd etmişlerdi. Fi'l-hakîka bugün bile soğuk birçok insânların akîdesinde hastalık müvellididir. Gerçi biz bir kısım hastalıklarda soğuğun, üşüme- nin bir sebeb-i müheyyiî olduğunu bugün de inkâr etmiyoruz. Fakat hastalığın tekevvünü için sâdece soğuk, bir sebeb olamaz idi. Bilhâssa bataklık ve birikinti sulardan tasaʻud eden havâ ve müzahrafâtdan intişâr eden tefeh- husâtın birçok derd ve illetlerde pek mühim bir âmil olduğu kanâʻati bugün ecdâdımızın ahfâdına bile intikâl eden yegâne kanâʻati addolunabilir. Meyâsimâ taʻbîri birçok asırlar hastalık esbâbı hakkında âdetâ bin nass-ı kâtıʻ şeklinde idi. Ec- dâdımız sıtmadan kırılırken sebebi hakkında sâdece durgun, müteʻaffin ve mütefessih havâ tabakasını düşünmüşler ve yegâne halâsın ondan kaçmak olduğuna kanâʻat getirerek dağ yamaçlarına çıkmışlar, şâhikalara yuva kurmuşlardır. Bu sûretle anofel ve plazmodi kazıyyesi tahakküm edinceye kadar bü- tün dünyâda meyâsimâ nazariye-i bâtılı olanca kuvvetiyle hüküm-fermâ olmuşdur. On dokuzuncu asra kadar insânların suya atfetdikleri ehemmiyet de pek azdır. Ecdâdımız sâ- dece pis, mülevves ve rengi bozuk sulardan tevahhuş eder, içmez ve kullanmazlardı. Herhangi bir marazî mikrop ile bulaşmış berrâk bir menbaʻ suyunun onlarca hastalık tevlîd edebileceği hakkında bir kanâʻat mevcûd değildi. Bu gibi sulardan âb-ı hayât vasfınca dâimâ şifâ mevʻûd idi. Hâlbuki târîhi açıp bakarsak birçok kolera, tifo ve dizanteri salgınlarının hep bulaşık sular yüzünden zuhûra geldiğine şâhid oluruz. Sâdece suyun milyonlarca kitle-i halkın hayâtını alıp götürdüğünü anlıyoruz. Hattâ diyebileceğiz ki, o günün halâskârları sudan biraz zarar gelebileceğini düşünen ve bu husûsda teyakkuz ve teennî ile hareket edenler olmuşdur. "Cân boğazdan gelir" kazıyyesine tamâmen ittibâʻ eden eski insânlar hayâtlarında yiyecek şey- lere [475] çok ehemmiyet vermişlerdir. Fakat anlıyoruz ki, onlar daha ziyâde gıdâların kemiyetine alâka göstermişler, keyfiyet husûsunu ihmâl etmişlerdir. İʻtikâdlarınca ne kadar yemek yenirse yensin, soğuk almayınca bir zarar gelemez idi. Bir bü- tün kuzu dolmasının hazmını bir testi Karakulak suyunun kolaylıkla yapacağı kanâʻati var idi. Gıdâ zamânlarının, yemek mikdârlarının tenâkus ve tezâyüdünde bir beʼs yok idi. Tâze ve temiz görünen bir meyveden hastalık gelemez idi. Ancak güneşlenmiş, aç karnına yenilen yemişler hastalık sebebi sayılırdı. Bilhâssa sıtmanın sonbahardaki meyve bolluğundan, sam vurmuş kavun karpuz yenmesin- den olacağına kaç asır inanmış kaldılar? Bugün bile bunlara inanacak zavallılar mevcûd değil midir? Dedelerimiz, ninelerimiz kendilerini bazı mevsimler ihâta eden hevâm, haşerât ve tufeylâtdan zarar geleceğini, hastalanacaklarını hattâ bu yüzden öleceklerini de hâtır u hayâllerine hiç getirme- mişlerdir. "Bit yiğitde, pire…" sözü onların bu yanlış telâkkîlerinin şâheseri olsa gerekdir. Bitin ne müdhiş bir vâsıta-i nakl-i maraz olduğunu Harb-i Umûmî bâdiresi bize pek acı bir sûretde gösterdi. Yüz binlerce insân hayâtlarını bir bitin bir-iki ısırmasıyla fedâ etdiler. Pirelerin vebâ naklinde, siv- risineklerin sıtmanın âmil-i marazîsini kana aşılamakda yegâne âmil-i müessir oldukları çok esâslı bir sûretde anlaşılmış oldu. Âdî karasineklerin bile bugün tifo, dizanteri gibi bağırsak hastalıklarının birer mihanikî nâkili oldukları tahakkuk etmişdir, denilebilir. Hepimizin sâdece kokusundan tiksindiğimiz tahtakurular bile hummâ-yı râciʻa, kala-azar, vebâ ve hattâ cüzâm gibi mühlik hastalıklarda birer nâkil-i mihanikî töhmetindedirler. Haleb çıbanı leis- hmaniasisi gibi hastalıkların intikâlinde sivrisinek, tahtakurusu ve diğer insân ısıran böceklerin âmil olduğu kanâʻati gitdikçe takviye bulmakdadır.

RkJQdWJsaXNoZXIy NTY0MzU=